Dansın şeyselleşmesi, çıplaklığı gözönüne alındığında oldukça zordur. Ancak post-modernin alaturka yorumunda giyiniklik, örtüklük, saklılık, kaypaklık, muğlaklık ön plana çıkarıldığı için; dekor, kostüm ve/ya makyajın devinimin (motor dilinin) önüne çıkarıldığı her dans gibi, bugünkü alaturka modern dans da kendiliğinden şeyselleşir ve şeyseleşmiştir de.
Buna modern dansı eyleyen çoğunluk cinsiyet dişilerin kendilerine (bedenlerine ve zihinlerine) yabancılaşmışlıklarını ekleyin.
1990’ların dünyası, 1980’lerde atağa geçen neo-liberalizmlerin ardışığı bir dönemdi. Reel sosyalizm yıkılınca kapitalizm, kendi galibiyetini hiç hesap etmeden naralarla ilan edivermişti. Aradan 20 yıla yakın süre geçti. Kapitalizm hala nihai galibiyetini bekliyor.
Siyasal ideolojilerle sanatsal ideolojiler her zaman eşzamanlı ve çakışık değildir. Örneğin, bugün içinde olduğumuz post-3-modern dönemin hiçbir sanat dalında temsilcisi ürünü yok. Zaten bu söylemin egemen olduğu, modern sanat da siyasal modern dönemin epeyi sonrasında doruğa çıkmıştı, sırasıyla 1880’de ve 1910’da.
Şeyselleşme de böyle bir kavram. Marx onu 1750 1. Sanayileşme’si için icat etti. Marksist estetikçiler onu 1930-1950 arasında sanata uyarladı. Bugün o otantik şeyselleşmeden söz etmiyoruz. İşin içine, 1950’lerde başlayan 2. Sanayileşme (bilgi toplumu olma) yabancılaşması ve şeyselleşmesi de işin içine girmiş durumda.
Kadınlar duygu insanları olmakla övünürler ama bunun düşünce insanı olamamayı ve düşünce sanatı yaratamamayı getireceğini kabullenmezler. Aslında kadınlar, tarihin içinde kendilerine düşen, varlık bilinci, tarih bilinci, sanatçı bilinci gibi sorumlulukları da üstlenmezler. Bunun en güzel örneği ‘tanztheater’ gerontokrat matriyarkal faşisti Pina Bausch’tur.
Bausch sevgi bahçelerinin alkışlarını toplarken, birleşen iki Almanya’nın faşizmini de üstlendiğinin bilincinde değildir. Erkek sanatçı Fassbinder bunu öngörmüş ve hızlı yaşayıp genç ölmüştür. Yaşlı ölenler de, Günter Grass gibiler olmakta.
Türkiyeliler, her konuda batıyı onyıllar ölçeğinde geriden izledikleri için de, payımıza 2. Sanayileşme’nin öngörüsel ‘Ghost in the Shell’deki kadın yazılım değil, cinselliklerine yabancılaşmış ve onu bir tüketim malzemesine çevirmiş alaturka kadın dansçılar kalıyor ki zaten bunu 19. Yüzyıl’da Paris ‘corp de ballet’ kızları yapıyorlardı. üstüne üstlük, bu durum bizim lise düzeyindeki konservatuarlarda ders olarak okutulmakta.
Zehir varsa, panzehiri de olabilir. Henüz bulunmamış da olabilir ama bunun var.
Öncelikle, yaşamının herhangi bir noktasında biyografinin tüm ağırlığını üstleneceksin. Bunu yeterince güçlenmiş olduğun bir zamanda yapmakta yarar var ve yaşam kişiye birden çok hak tanır genelde, o nedenle bir sürçmeyle kimse harcanmaz.
Sonra, bunu sanatına aktaracaksın. Bunu ister tümdengelimsel olarak yaparsın, ister tümevarımsal olarak. Bizim kadın dansçılar ve koreograflar yaşayarak öğrenmenin bayrağını taşıdıkları için, daha çok tümevarım yolu yeğleneceğe benzer.
Sonunda ve sonuçta, vereceğin tek bir eser bile, 75 yıllık yaşamının boşa geçmediğinin kanıtı olabilir. Bu eser üzerinden de, kendi varlığını yeniden üretecek ve yeniden tanımlayacaksın. Kadın sınıfının imtiyazlı hak dönemi bitti. Kadınlar erkeklerin taşıdığı tüm zulümlerin altına girip, hesabını vermek durumunda.
Bunu yaptığında da artık bir eşya / şey değil, bir insan ve bir sanatçı olarak tarihte yerini almışsın demektir.
(6 Nisan 2007)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder