Alıntı-Giriş
Konu üzerindeki tartışmamızı şu alıntıdaki düşüngüleri değilleyerek başlatacağız ve giderek açımlayacağız:
“Etienne Decroux ‘dansçı ve mimci her zaman birbirine ihanet eder’ der. Biz de gönülden şunu ekleyebilirdik: ‘Ve bütün bunlar tiyatronun suçudur.’ Çünkü dansçı ve mimci uyuşamıyorlarsa, belki de bunun nedeni tiyatronun uzlaşma sahasını bulamamalarıdır. Ne var ki biz bu üç türün özünü soyut bir biçimde karşılaştırmaktan uzak duracağız, çünkü bugünün sahne uygulamasının kolayca birinden ötekine geçtiği, her birinden alıntılar yaptığı, eski sınıflama anlayışını önemsemeyen enlemesine bir güzergahta bir renkten ötekine ayrımsanmadan yol alınan beden sanatlarından oluşmuş bir gökkuşağı önerdiği açıkça görülmektedir.”
Kaynak: Gösterimlerin Çözümlenmesi, Patrice Davis, çeviren: Şehsuvar Aktaş, Dost Kitabevi Yayınları, 396 sayfa, sayfa: 153, Şubat 2000, Ankara.
Değillemeler:
Dansçı ve mimci birbirine ihanet etmeyebilir. Öyle oluyor olmasının nedeni, öyle olması birilerinin hoşuna gittiği ve işine geldiği içindir. Uzmanlık takıntısı, disiplinlerarasılığı ve çokdisiplinliliği hala sevmiyor. Bir delinin bir balerinden daha iyi dansetmesi ödül değil, ceza getirir. Ara örnek: Bir sirkçi hem iyi bir mimci, hem de iyi bir dansçıdır. Bakınız: ‘Güneş Sirki’ gösterileri.
Her şey tiyatronun suçudur, çünkü Aristo’dan ve Aristofan’dan 2.500 yıl sonra, değil dansı ve mimi uzlaştırmaya çalışmak, tersine kendi silahları (mim ve katarsis artı onların değillemeleri) aracılığıyla (örneğin jestlerle) onları boğmaya çabalar. Oysa ki: Dans tiyatrodan önce vardı. Artı: Mimin sözsüzlüğü konuşmadan önce vardı.
Bir öteleme-değilleme: Bianellerde performans filmleri moda. Artık, yukarıdaki 3’ünün çokdisiplinliliğine sinema da katıldı. Hele hele reklamın, klipin, demonun, jeneriğin kısa filme dönüştüğü çoğulluk hesaba katılırsa, yeni dönemde olası ürün spektrumu baştan çok geniş tutulmuş olur.
Gökkuşağı benzetmesi yanlış. İleriki satırlarda kültürel çok çeşidin genelde olumsuz sonuç verdiği açımlanacak. Deneysellik aklına geleni sahneye taşımak değildir. 10 düşünce deneyi yaparsın, 1’ini uygularsın. O da kültüre belki uyar, belki uymaz.
Diyalektik-Poliyalektik Açılımları
Aristo’nun analitik diyalektiğinde, bir şey ya erdemlidir, ya da erdemsizdir. Lao Tzu’nun sentetik diyalektiğinde erdem erdemsizliktir.
Hegel’in (Kant’tan devralınmış) triyadik diyalektiğinde sentez denli, dekadans da bir olursaldır (contingency). Marx’ın diyalektik materyalizminde karşıtlar çelişir, çatışır ve sentezlenir.
Buraya kadar hepsi pozitif diyalektikti.
Adorno’nun negatif diyalektiğinde karşıtlıklar ve çelişkiler birbirine karıştırılmadan birarada tartılır; karşıtlığın iki tarafı diğeri üzerinden dolayımlanmadan, en keskin ucuna doğru sürüklenir.
Buraya kadar hepsi düzüne diyalektikti.
Tersine diyalektikte, karşıtlıklar birbirine yaklaşmaz, mesafeli kalır veya birbirinden uzaklaşır. (Daima savaş olacak değil ya.) Bu tutarlı değil, geçerli bir durumdur. Çokkültürlü toplumlarda, örneğin cumhuriyet dönemindeki Türkiye’de, tüm ayralların birbirine anlayış değil, düşmanlık ve saldırı gösterdiği gözlenir. 1985-2000 arasının en mağdur ayralları sayılan Kürtler’in, bırakın eşcinsellere veya uyuşturucu bağımlılarına karşı, kendi halkından astlarına karşı bile sürekli faşistçe davrandığı bilinir. Keza köylülerin zenginkondulaşması, 1983-1998 arasında diğer gecekonduluların mal varlığını tam bir talan ve yağmaydı. Öyle ki: Anadolu toprağının bu nedenle yüzyıllarca çölleşmesi gündemde.
Buraya kadar hepsi diyalektikti.
Ursula K. Le Guin’in çoğul (üçlü) diyalektiğinde 3 tane karşıt 2’li sav vardır. ‘Mülksüzler’ romanında bunlar çelişir, çatışır ama sentezlenmez. Alana 4. kategori-novum girer ve öykünün sonu boşlukta kalır. O demez ama biz buna ‘triyalektik’ diyebiliriz.
2’den 3’e yol varsa, 3’ten 4’e, 4’tan çoka ve/ya sonsuza da gidebiliriz ya da o yolu tanımlayabiliriz. Konulu tanımlarla, diyalektikten ve 2’den sonrasına ‘poliyalektik’ diyoruz. Tanım gereği, poliyalektikte ‘n x (n-1)’ adet 2’li karşıtlıklar, yani diyalektikler koyabiliriz. Şerh: Bir kategorinin kendisiyle çelişkileri, özdeşlik ilkesinin sorunsalıdır. Diyalektik, Aristo’dan Adorno’ya dek, özdeşlik ilkesini sorgulamaz. Buradaki parçalarda, Adorno’dan sonrasında sorgular ama o başka bir metnin konusu olur.
Artı-ekstra çıkma: Bu karşıtlıklar bir düzlemde 180 derece açılı 2 ışın olarak tanımlıdır. Bunları 90 derece açılı, yani birbirine dik olarak yeniden tanımlarsak ve yeni bir öğeyi alana sokarsak, birbirine karşıt olan 3 adet 2’li yine olur ama bu durum biraz daha farklı bir triyalektik / poliyalektik olacaktır. Birim, ters ve geçersiz işlemler farklı tanımlanacaktır. Karşıtlıklar birbirine tersinmez işlemlerle dönüşebilir olacaktır ki Le Guin bir bakıma bu tür bir triyalektik tasarlamış oldu, çünkü Anarres bir bakıma Urras ile, bir bakıma A-İo ile özdeştir ama hiç biri verili yerzamanda diğerine çevrilemez, başka bir deyişle en keskin devrim bile %o 5-100 tümel değişim demektir.
Dansın ve tiyatronun poliyalektiği, onların karşılaştıkları, keşiştikleri, çeliştikleri, çatıştıkları alanlarda açarlarını ve açmazlarını sergilemek olacaktır. Burada Huizinga’nın oyun oynayan insanı (Homo Ludens) tanım olarak işlevsel. Bir tür düşüncesel dene-yanıl ve/ya yap-boz sözkonusu. (Didaktik-değil bir tutumla, bu konuda ‘-meli/-mamalı’ türünden bir öneride bulunulmayacak.) ‘Tiyatro-terapi’ bu tür bir örnek. Bedensel özürlülerin dansı (balenin güzelliğinin değillenmesi olarak) diğer bir örnek. ‘Salome’de aynı öykünün yaşayanlarca birden çok oynanması / öyküleştirilmesi bir örnek; artı aynı gösteride birinci, ön, kısa, ikincisiyle ilintisiz bölümün, basit anlatılı Marceau tarzı mim olması bir örnek.
Dans ve Tiyatro Öğeleri
Burada kendimizi şu öğelerle / ketagorilerle tanımlayacağız / sınırlayacağız:
Mim:
‘Domino Mim Tiyatrosu - Türevler (Fransız bir grubun gösterisi, İstanbul, 1993)’ arası bir dikme tasarlanıyor. ‘Salome’de 3 saatlık, sözsüz, öykülü, yorumlu bir tiyatro yapılabildiği kanıtlandı. ‘Türevler’de soyut anlatılı, episodik bir istifle küçük burjuva boğuntusunun değillenebildiği kanıtlandı. İlki, dansa anlatı hacmini geniş bırakıyor, ikincisi dansa yabancılaşma / uzaklaşma olanağı sağlıyor. İkisi birarada kullanılırsa, dans aracılığıyla yepyeni varlık / varoluş örüntüleri yaratılabilir.
20 Yüzyıl Öncü Tiyatrosu:
Brecht yabancılaşma, Artaud zulüm, Beckett saçmalık, Grotowski boşluğun naif özgürlüğü demek. 4’ü 20. Yüzyıl’da hem Shakespeare, hem de Çehov anlamıyla klasik tiyatroyu değilledi. 1990’a gelindiğinde 4’ü de değillenmişti. Şimdilerde öncü / deneysel tiyatro boş / tanımsız küme durumunda. Bu da dansa ikinci kez öncü olma yolunu açık tutuyor. Örnekse, ‘zulüm dansı’ çok rahat yapılabilir.
Modern Dans:
‘Buto’; Asya, erkek, acı (negatif egzistansiyalizm); ‘Tanztheater’; Avrupa, kadın, bağlanma demek. ‘Buto’nun Japonya’sı ve ‘Tanztheater’ın Almanya’sı 20. Yüzyıl’ın en faşist 2 ülkesiydi. Oysa ki şimdi 21. Yüzyıl’ın en üretici ve en 2. Sanayileşme’ci ülkesi durumundalar. Bu da, eğerin sırtının aynı noktada ve aynı anda (ancak başka yönlerde) eksi ve artı eğrili olabilmesi gibi, hem ‘faşizme karşı faşizm’, hem de ‘demokrasinin özgürlüğü’ olanağı demek. Bu da post-3-modern dansın siyasalbilimi ve ekinbilimi demek.
Toplamda:
Hepsinde minimalist, soyutlamacı, öte-anlatıcı (meta-narrator) bir çizgi yeğlendi. Kuşkusuz; dans, salon dansından spor dansa; tiyatro, Strinberg’den Brook’a daha onlarca altkategori içeriyor. Onlar, diğerleri sabit (ceteris paribus) sayıldı ve gözardı edildi.
Soyut anlatıda yeni sinemadan çok yararlanılabilir, çünkü dili şimdilik en özgürleştirilmiş sanat dili durumunda.
Bir de şimdilik ‘mim-dans-tiyatro’ arasındaki mesafenin korunması daha işlevsel görünüyor. Özellikle Türkiye’de 1995 ertesi örnekleri sergilenmeye başlayan, matriyark faşist, post-post-post modern dönemde (11 Eylül 2001 sonrasında) bile post-moderne takılıp kalmış, kişisel açmazlarını yeniden üretip bir yazgıymış gibi kadınlara dayatan, performans filmi örnekleri pıtrak gibi çoğalıyor. Bu 2000-2010 doğumlular için 15 yıllığına yapay bir çıkmaz yol demek.
Negatif Egzistansiyalizm ve Gestus
Egzistansiyalizm, içrekliği, bağlanmayı ve pozisyonu (statüleri ve rolleri), ‘iç ve dış’ + ‘zihninsel ve kültürel’ koşulların uyumunu irdeler. Negatif egzistansiyalizm, aşkınlığı, ayrılmayı, çözülmeyi, kopmayı, negasyonu, ‘iç ve dış’ + ‘zihinsel ve kültürel’ koşulların çatışmasını irdeler. (Tersine diyalektik ise, sözü geçen koşulların birbiriyle mesafeli kalışını (ve belki de birarada yaşayışını) irdeler.) 21. Yüzyıl eski entellektüellerin değil, yeni köksüzlerin yüzyılı olacak. O nedenle negatif egzistansiyalizm, 20 Yüzyıl egzistansiyalizminden daha işlevsel olacak. 22. Yüzyıl’da onun da yerini novum düşüngüler alır. Durağanlık 23. Yüzyıl’da gelir.
Bu konuma en uygun aday kadın kategorisi. 12.000 yıllık tarih denilen, kadını bir varlık kılamadı. O nedenle, eski düşüncesel yöntemler devredışı kalacak. Var olan ve/ya edilen her kadın şimdilik biricik olacak ve başarıdan çok başarısızlık içerecek ki bu da negasyondur.
Bu düşüncesel aracı kullanmaya en yatkın sanat dalı dans-tiyatro birleşik alanı.
Kadının uzaklaştırıcı / özgürleştirici dansı henüz icat edilmedi. Klasik delilik / ayrallık söylemleri burada risk yüksek olduğu için devredışı tutuluyor ama yine de yangın anında işe yaradıkları kesin.
Jestler negatif egzistansiyalizm için nasıl kullanılabilir?
Herşeyden önce heykeldeki boşluk hacmi gibi, dansta dokungu boşluğu yaratılsa gerek. Birbirinden uzaklaşan 2 beden, daha önce başka anlamlarda kullanıldığı için olumsuz bir eşanlamlılık yaratır.
Altkültürlerin birarada sentezden çok dekadans yarattığı gözlendiğine göre, farklılıkların birbirine uzakta durduğu ve bunu parçalanmadan dengeleyebildiği durumlar tasarlanabilir. Kadınlarla erkeklerin birbirinden uzaktalığı da, başka altkültürlerde başka anlamlarda kullanıldığı için, yine olumsuz bir eşanlamlılık yaratacaktır.
Novum müziklerin modern dansta kullanımı, uyumlu beden devinim dizgeleri gibi, daha çok anlam parçalanmasına yönelik düzensiz davranış dizileri yaratmıştır. Ağıt türü davranışlardaki düzensiz beden devinimleri, anlam saçmalamasına denk düşmektedir.
Modern dansın filmi yerine, ‘ibadet-sevişme-savaş-sanat’ tümleşiği olarak Uzakdoğu Asya Beden Metafiziği’nin kullanımı bir novum getirmiştir. Jet Li’nin ‘Kahraman’daki (birden çok kez farklı biçimde anlatılabilen ve her kezinde yorum payıyla doğru olabilen) dövüşlerinin dansı / koreografisi, Artaud’dan daha zalim, Grotowski’den daha çıplak, Brook’tan daha çok alanlı, Brecht’ten daha çok yabancılaşmış ama o denli de Beckett’ten anlamsızdır / saçmadır / uyumsuzdur.
Karşılaştır-Karşıtlaştır
Dans Tiyatro
Söz - ++
Müzik ++ +
Jest-Mim +++ +
Duyguküre +++ +
Motor Dil +++ +
Öykü -/+ ++
Soyutlama +++ +
Görüldüğü gibi, dans eskiden tiyatroya ait sayılan bir çok alanda artık ondan üstün durumda. Özellikle soyut müzikli, öyküsüz, bilinçdışına seslenen libretto, en yetkin, en öncü tiyatro metninin yaratamadığı sonuçlara ulaşıyor. Sankai Juku, Brecht’in çok ötesinde yabancılaşma, Artaud’nun çok ötesinde zulüm demek ve bunun çok daha öteleri olduğunu imleyebiliyor: Açık yollar.
Dansla tiyatro etkileşti ki ortaya dans tiyatrosu çıkabildi. Keza, tersine yönde klasik baleden bale tiyatrosu çıkabildi. Yine de bunların çatışması, özellikle 1985-1995 arasındaki ITT’nin (Uluslararası Tiyatro Enstitüsü) kültürel faşizmi gibi, tiyarocuların kazanç alanlarını kimseye kaptırmama eğilimini sergiledi.
Listede görüldüğü üzere, dans-tiyatro diyalektiği, tiyatronun 2.500 yılda yapamadığını, modern dansın 25 yılda yapması sonucunun gösterdiği üzere, novumların aşkınlığını sergiler. Tiyatroda ‘yapılmaz’ denen herşeyi dans yaptı. Dans bilinçlileşirken bilinçdışını yitirmezken, tiyatro süperegosal takınakla bilinçdışına çıkamadı. Tüm bunların nedeninin ‘kimlik = rol + statü’ faşizmi olduğu kesin. Dans rol yapmaz, yaşam eyler; tiyatro rol yapar, gibi imiş davranır. (Bu, Aristo’nun özdeşleşerek arınma savına bir gönderme ama o da başka bir metnin konusu.)
Sankai Juku, acının tümeli ile, insanlık ile ilgilenir; absürd tiyatro acının tikeli ile, Avrupalı ile ilgilenir. Dans konuşamadığı yerde susar, tiyatro daha çok gevezeleşir, zırvalar.
Çıkış
21. Yüzyıl’da henüz ne öncü bir tiyatro, ne de öncü bir post-3-modern dans var. Kültürel-siyasal dönem olarak, modern dönem (1945’te) bitti, post-modern dönem (1990’da) bitti, post-post-modern dönem (11 Eylül 2001’de) bitti. Artık, (şimdilik) yeni bir orta çağda, global bir fetret çağındayız. Bunun dansı ve/ya tiyatrosu nasıl bir şey olabilir, en geç 2015’te örneklenmiş olacaktır. Bu metin, 11 Eylül ertesindeki kısa süre içinde, önceki dönemlerin bir bilançosunu tasarlamak için denendi / yapbozlandı.
Ekstra: Bir sonraki adım krizler dönemi: En geç 2050 civarında global enerji ve gıda krizi gelecek ve mahşerin 3 atlısı (istila, kıtlık, salgın) insanlığı çok sert vurabilir. Bu, sanatın değil, gelecekbilimin sorunu henüz. Belki bilimkurgunun...
(Ağustos 2004)
·
Ek not:
- Aristo ve Lao Tzu eşzamanlı yaşamış olsalardı ve Aristo batıdan doğuya ve Lao Tzu doğudan batıya gerçekten yol almış olsa bile, karşılaşmayacaklardı. Çünkü aralarındaki uzaklık yol aldıkları uzunluktan uzundu. Karşılaşsalardı da, düşünceleri henüz ham idi (ki ardılları bunu tamamladı) ve birbirlerinin dillerini bilmiyor olacaklardı. Karşılaşan ve bir diğerini algılamayan Aristo-Lao Tzu da poliyalektiğin tanım sınırları içinde olabilirdi.
- Birbirinden uzaktaki kategorilerin birbirleriyle etkileşimleri, bir atomun iki değerliliği ve uzayzamandaki temassız iki noktanın birbirini neden-sonuç ilintisi içinde etkileyebilmesi gibi, post-kuantum mantıkla açımlanacak biçimde bir post-poliyalektik de tasarlanabilir. Aslında, post-3-modern dönemde, bir post-3-poliyalektik tasarlanabilirdi ama Aristo, Euclid ve Newton eşdeğer sistematik düşünceler ürettilerse de, farklı zamanlarda yaşadılar. Bu durum ve Orta Çağ Hristiyan Skolastikleri’nin Aristo’yu tama yükseltgemesi asenkronu, post-3-poliyalektiğe algısal bir derinlik kolaylığı kazandırabilir. Böylelikle, henüz yaratılmamış 'paradigmatik kritik eşik öte'lerini tasarlayabiliriz ki tüm metin boyunca denenen budur.
(Eylül 2004)