Giriş
Japonya entellektüellerinin bir bölümü, yıl 2000’de kendilerini artık Hiroşima-Nagazaki atom bombalarının kurbanları olarak anma hakkını yitirdiklerini belirtmişlerdi. Bu şuna benziyor: İsrail’de aynı zamanda entellektüeller kalkıp şunu diyebilir: “Biz toplama kampları kurbanları olarak anılma hakkını yitirdik ve ülkemizin hak ettiği yeri burası değil, eski Doğu Almanya’dır; çünkü, bizi Almanya kurban etti, Filistin değil... Kudüs’ü yıkalım, Akira krateri kılalım ve Hiroşima’daki yıkık ev gibi sonsuza dek saklayalım... Tüm tek tanrılı dinler kendiliğinden engizitördür ve biz onları terkediyoruz... Entellektüel asla bağlanmaz.”
Neden böyle? Triyalektik trilemma olarak, ona bir bakalım:
Butoh
Butoh, 2. Dünya Savaşı ertesindeki Soğuk Savaş döneminde, ‘Japon modern dansı’ olarak tanımlandı.
Neden böyledir?
Ağustos 1945: Japonya yeniliyordu ama teslim olmuyordu (Asya faşisti Japonya'nın müttefiki Avrupa faşisti Almanya, Nisan 1945'te kayıtsız şartsız teslim olmuştu.) 6 Ağustos 1945: Hiroşima: ‘En kahraman kovboy’ ABD, birinci atom bombasını kullandı. Japonya hala teslim olmuyordu. 9 Ağustos 1945: Nagasaki: İkinci atom bombası geldi. Bütün Japon halkı, güneş imparatorunun tüm ulus için ‘harakiri’ emrini vermesini bekliyordu. 12 Ağustos 1945: Japonya kayıtsız şartsız teslim oldu. (İmparator sonraki 40 yıl boyunca ölene dek (kullanamadığı) iktidar konumunda kaldı. Japonya’nın bugün hala imparatoru ve ilk kez bir imparatoriçe adayı var.) Bu tam bir yıkımdı: Başlatılmayabilecek ama başlatıldıktan sonra da, durdurulamayacak ve kaçılamayacak bir yıkım...
Yıkıma nasıl tepki verilebilir(di)?
Travmatik: Dışa çıkamıyorsan, içe çökersin. ‘Butoh’cular da, çiftliklere ve dağlara inzivaya çekildiler. Dışa gözlerini kapadılar. İç gözlerini açtılar. Orada karanlık, susku, durgu, yalnızlık, acı ve 'ma' vardı. (Kanımca hiçbir ‘butoh’cu, Ursula K. Le Guin’in ‘Mülksüzler’de sözünü ettiği, ‘öte acı’ya ya da büyük ‘A’ ile ‘Acı’ya ulaşamadı.) Geleneksel öğelerin bütünlüğü parçalandı. Parçalar ayıklandı. Geriye 'bu' kaldı; yani, en eski sanat dalı olan 'dans'.
‘Ma’, Japonca bir sözcüktür. ‘Boşluk, boşaltma, uzay, aralık, oda, durgu, dingi, zaman, zamanlama, açış’ anlamlarına gelebilir. Bir soyutlama olarak değil, tasarlanmış eksi zamanı ve eksi uzayı belirtmek için kullanılır. Aynı zamanda bilinçli ‘aporia’ anlamında da kullanılır. ‘Aporia’, Eski Yunanca bir sözcüktür. Aristo tarafından gönüllü seçilen düşünsel zorluk anlamında kullanılmıştır. ‘Aporia’nın sözcük sözcüğe karşılığı ‘yolsuzluk’ anlamına gelir; yani Lao Tzu'nun ‘tao’sunun (‘yol’unun) karşıt anlamını taşır. Yol yoksa, varlığını sonsuz yıkarsın ki bu ancak eksi uzayzamanda olasıdır. Sonunda ulaşılan vakumda yol, kendin olursun. Bu, ‘gelenek put-tanrısı’na tapanlar için, ‘şeytanın kendisi olmak’ demektir. Ancak, sürekli devrim gibi, öncünün öncüsü kalan sanatçılara önerilebilir.
Tabii yol, aslında böyle yürünmedi:
Japonya, tıpkı Almanya gibi, 1950'lerden başlayarak yeniden somuta döndü. 2003'te dünyanın ikinci ekonomik gücü durumundalar. İşsizleri ve evsizleri var. Yakuza’ları ve metrolarına atılan öldürücü sarin gazları var. İşte o nedenle, artık entellektüelleri kurban değil, katil olduklarını düşünüyorlar.
‘Butoh’nun adımı 11 Eylül 2001’de boşa atıldı ve tökezledi. Bunun kanıtı, 11 yönetmenin yaptığı 11 Eylül filminin Japon ayağı... İmamura iyor ki: “Onurlu savaş yoktur.” Hayır, vardır. Mazlum-zalim arasında ‘köksüz’ vardır. Yönetenle yönetilen arasında ‘an-an-arkist’ vardır. ‘Butoh’, 1945’te ayrıldı ama 1990’da sisteme kördüğümle bağlı duruma düşmüştü. ‘Butoh’cular, şimdilerde Yankiler’e gösterilerini satıyorlar.
Anime
Anime, Japonca’da ‘çizgifilm’ (: animasyon) demektir.
Çizgiroman ve çizgifilm geleneği, Japonya’da yüzyıl başından beri süregelmekte. Deneysel çalışmalar, Manga (Japonca’da ‘çizgiroman’ ve aynı zamanda son 15 yıl için bir anime şirketi anlamına geliyor) sanatçıları tarafından 1914 civarında (Birinci Dünya Savaşı’nın ilk yılında) başlatılmış. Gelişme yavaş olmuş. 1932’de Masaoka Kenzo’nun yönettiği ilk sesli çizgifilm ‘Güç ve Kadınların Dünyası’, 1958’de Taiji Yabushita’nın yönettiği ilk renkli çizgi film ‘Beyaz Yılan’ yapılmış. 1970’lerden başlayarak çizgifilmlerde bilimkurgu ve fantazya öğeleri ağırlık kazandı. 1980’lerde özgün uzun çizgifimler yeniden görünmeye başladı. 1983’te Hayao Mizaki tarafından, eko-fantazya türünde bir çizgifilm olan ‘Rüzgar Vadisinin Nausicaa’sı’ yapıldı. Aynı yıl, ‘özgün canlandırma videosu’ denilen ve daha ucuza yüksek kaliteli çizgifilm yapmaya yarayan bir teknik icat edildi. (Hani bir ara TRT televizyonunda bunlardan çok vardı, 1980’lerde ‘Sinbad’ı anımsıyorum.)
Çizgifilmin Japonya toplumu üzerindeki etkisi, filmlerin ötesindedir. Film müziği disklerinden model oyuncaklara dek, her alanda kültürü etkilerler.
Çizgiroman türü, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Japonya’da çok ilgi gördü. Konular çok çeşitliydi. Birçoğu çizgi film yapıldı. İngilizce’ye çevrilen ilk örnekler; ‘Akira’ (1988-1992, 34 cilt), ‘Psişik Kız Mai’ (1987-1988), ‘Elma Tohumu’ (1988-1994) oldu.
Animeler; çocuk, bilimkurgu, komedi, erotik, korku gibi bir çok alttürde olabilir ama bugün anime denince, en çok bilimkurgu türündekiler anlaşılıyor. ‘Ghost in the Shell’ ve ‘Akira’ birer kült film olarak anılıyor. ‘Spirit Away’, ‘Metropolis’ ve ‘Final Fantasy’, uluslararası film festivallerinde ödüller kazanabiliyor. Zamanlar değişiyor ve değişim rüzgarları her zamankince yıkım içeriyor.
Animelerin içerik olarak özelliği aşırı dozda şiddet içermeleri. Biçim olarak özgünlüğü ise, yapıldıkları yıllarda sinemanın becermesi mümkün olmayan işleri çizgifilm tekniğiyle becermeleri. ‘Stop-motion’u bir kuyumculuk haline getiren onlar. ‘Matris’ dizisi, yönetmenleri tarafından ‘görüntülü anime’ olarak nitelendirildi.
Animeler, neden 1980’lerde moda oldular ve 1990’larda Batı’ya geçtiler?
Uzaktan da olsa, Birinci-İkinci Dünya karşıtlığı çöküyordu. Örneğin Japonya, 1945’te Birinci Dünya değildi ama 1980’de öyleydi; keza, Almanya da ki ‘butoh’nun karşısavı ‘tanztheater’ orada yeşerdi. ABD, Avrupa kültüründen araklayacak birşeyler bırakmadığı için, önce Hong-Kong türü şiddet filmlerine yönelmişti. Şimdilerde ise, Hindistan işi Bolywood’u asimile etmeye uğraşıyor.
Ara vurgu: Bolywood, Holywood’dan daha çok film yapıyor. İkinci sırada ise, o zamanlar Hong Kong vardı; Hong Kong 1992’de Çin’e geçti. 1970’lerde Türkiye’nin seks ve avantür filmleri ile üçüncü sıraya yerleştiğini belirtmekte yarar.
Animeler, 1980’ler ve 1990’lar boyunca öncü sinemacı idiler. Manga şirketinin sloganı ‘sizi 21. Yüzyıl’a fırlatıyoruz’ idi. 2000’lerde onlar duralarken, birden çok yönden birileri atağa geçti. 2003’te moment boşta ve verimli bir gelecek demek. Bayrağı pekala Miike kapmış olabilir.
Miike
Miike, 1960 doğumlu bir sinema yönetmeni ve 2003’te 50 film çekmiş durumda. Bunların çoğu, Japon mafyası Yakuza ile ilgili. Filmlerinin tuhaf bir ironisi var, en sert sahnelerinde bile gülebiliyorsunuz. Japonlar’ın her tür sapıklığı, konu-içerik olarak filmlerinde mevcut: Zoofili, pedofili, sado-mazohizm... Bu açıdan tam bir realist... Aynı zamanda bir üslupçu: Bir Miike filmini onuncu saniyede ayırt edersiniz. Zaten jenerikleri de çok özeldir: Klip-reklam arası bir atmosfer... Düşünün ki ‘Katil İchi’nin film adı jenerikte, filmin baş kahramanının içine yağmur suyu damlayan menilerinin içinden kabartma olarak belirir ve bu bir film jeneriği yerine, boza veya işkembe çorbası reklamı olabilir ya da bir Marilyn Manson klibi...
Yeniden içerik dersek: Katil İchi, lisede tecavüz edilen bir kızı kurtaramadığı için kronik katil olmuştur ama filmin sonuna doğru, yıllar sonra yeniden karşılaştığı o kızı doğrar, çünkü kız ona yanlış bir akıl yürütme sonucu, mantıksal kısadevre yaptırır ve İchi onun öldürülmekten zevk alacağını sanır.
Uyarlarsak: ABD, bin Ladin’i eğitir ve onu bilumum yok etme işlerinde kullanır; sonunda Ladin ABD’yi doğrar, pardon havaya uçurur, çünkü ABD’nin bu işten yarar-zevk alacağını düşünmüştür. ‘Kılıç Balığı’ da aşağı yukarı aynı savları dile getirir.
Filmi eklersek: İchi, aslında biri tarafından hipnoz edilmiştir, öldürdüğü kız ise aynı adam tarafından hipnotize edilip edilmediğini bilemez ama adamın ona yanıtı ilğinçtir: Seni ipnotize etmeyi ben bile düşünemem. Bunu yeti açısından mı, cesaret açısından mı söylediği belirsiz kalır. Miike böyledir. Epeyi ayrıntıyı boşta bırakır. Seyirci birden çok karar verebilir ve hepsi konuyla tutarlı olabilir.
Bir daha: Katil İchi, orospuyu döven ‘boss’u (Japonca’sı ‘büs’, çünkü onlarda bazı Batılı harfler yok, ‘r’ gibi) öldürür. Kadına der ki: “Üzülmene gerek yok. Seni artık ben döveceğim.” Kadın itiraz eder. İchi orospuyu da öldürür.
Karşı-koşut sanatsal-kültürel durum: ABD, Saddam’ı devirir ve Irak halkına der ki: “Üzülmene gerek yok, seni bundan böyle ben döveceğim.” Irak halkı itiraz eder. 50.000 ölü. Eh, 500 de ABD’li ölü. Silahlar eşit değil çünkü... Vietnam’da da 3 milyon Vietnamlı’ya karşı, 55.000 Yanki idi...
Bir plan: Filmin masumiyet öğesi, ‘eski polis + yeni mafyöz’ çocuğu, bir kuş besler. Hangi kuş? Karga mı? Hayır, Kafka. (Bakınız, babasının amblemi.) Çocuk ‘karga’ ya da ‘kafka’ yerine ‘kava’ der. Malumunuz Japonca’da bazı harfler yok. Karga, İchi’nin öldürdüğü kadının arabasının ön camına havadan pisler ve o da sorar: “Ne demek istiyorsun?” ABD de Irak halkına soruyor: “Ne demek istiyorsun?”
Final: Baş katil, ikinci kahraman, kendini yok edecek biri kalmadığı için kendisi kendini yok etmeğe karar verir. Bir bakar: Birinci en kötü, mazohizmin son deliği, kargaseven veledi öldürüp, yeniden ayaklanmış geliyor. İchi kazanır ama öldürülen ikinci en kötü değildir, onun kopyasıdır. Zaten filmde de, üçüz polis vardır ve bir gönderme olacağı bellidir.
Yani: Saddam sağ, Ladin sağ... 16 11 Eylülist ölü... Unutmayın: Carlos sağ, Leyla Halid sağ, Unabomber sağ... Artık, teröristleri bile asmayıp besliyorlar.
Ara nağme:
Batıya önce ‘butoh’ geldi, sonra animeler, şimdi de Miike... ABD, öz-kültü olan şiddet filmlerini Doğu’dan yeniden öğreniyor. Tarantino, Lam’den arak yapıyor; Wachowski biraderler, Otomo’dan... Yanısıra; Fuqua, Hark, Woo, Holywood filmi çekiyor. Aristo İskender’in peşinden Doğu’ya gitti, Lao Tzu tek başına batıya gitti. 2.500 yıl sonra analitik-sentetik diyalektik sentezi başlıyor. Anasav-ışık bu kez Doğu’dan geliyor, enazından dans, şiddet ve gelecek için...
Miike bir ekol. ‘Battle Royal’ ile Fukasaku ona denk bir ürün verir. Bu ekolün birkaç onyıl daha işlev göreceği kesin.
Dipnot: Miike’de göndermeler: Miike, lirik biri. Göndermelerini de gayet şiirsel eyliyor: Ne çağrışırsa, onu anla...
‘Kızartılan adam’ planındaki mafyöz: ‘Hard Boiled’deki ölen tetikçi; aynı zamanda, o orada Japon gibi iken, burada Çinli pezevenk var. Yüz değiştiren mafyöz: ‘Knock Off’ Tsui Hark. Asılan adam: ‘Romeo Ölmeli’. Ara plan: Tokyo sokakları, ‘Ghost in the Shell’ ki tıpatıp aynı idi ve orada bir anlamı yoktu. Toplu mafyöz plan: ‘Dead or Alive’ Takeshi Miike. Masum çocuğun adı: Takeshi, yani kendi adı. Kava: Kafka. İkiye bölünen adam: Animeler. Eski polis: Bruce Lee filmlerindeki zenci karakterler. İchi’yi kışkırtan adam: ‘Time and Tide’daki cinayet şebekesi yöneticisi ki aynı oyuncu olabilirler. Planlardaki zaman doğrusallığı kayması: ‘Memento’dan ‘İrreversible’a dek bir çok yayılım.
Şiddet, Dans ve Gelecek
Şiddet, Uzak Doğu Asya kültüründe içkin olarak var. Şiddet bedende içkin olduğu ve dans da bedende içkin olduğu için, bazı insanlar için dansta, modern dansta, performansta şiddet içkindir. Dolayısıyla içkin şiddet, dans yoluyla bizi geleceğe fırlatır. Butoh’cuların, animecilerin ve Miike’nin eylediği budur. Miike’nin ‘Katil İchi’sindeki bir işkence planı, ?’nın yaptığı performans gösterisinin aynıdır: Bir beden kancalarla ve iplerle boşluğa tutturulmuştur. Miiki, fazladan bedene bir de kaynar yağ döker. Butoh’culardan biri de, 1984’te ayaklarından başağı asılı durduğu bir gökdelenden, ipin kopması nedeniyle, boşluğa düşer ve ölür.
Uç örnekler: Kendini on beş metreden kolundan vurduran adam. Penisine çivi çakan adam. Fare kafasını koparıp yutan adam. Köpek boku yiyen transseksüel.
Kendimden bir sinopsis-libretto örnek: Bir adam, kolunu giyotinle keser. Bir cerrah, lokal anesteziyle kolunu dikmeye başlar. Bir kadın, çevrede doğaçlama danseder (mümkünse, o ana dek durumu bilmez). Bir kameraman, sahnenin ardındaki dev sinevizyon ekranında, en ince ayrıntısına varıncaya dek, ameliyatı naklen verir. Bir söyleşmen, adamla ölüm üzerine, İngilizce röportaj yapar.
Süre: 2 saat. Müzik (konuşmalarda sessizlik olmak üzere ve sırasız): ‘My Life in the Bush of Ghosts’ (Talking Heads) + Tekbir (Bora) + ‘Rue d’Orient’ (Moğollar) + ‘Pulsacion’ (Astor Piazzolla) + Zikir (Aka Gündüz Kutbay ve Okay Temiz) + Siesta (Miles Davis ve Marcus Miller). Mekan: AKM Büyük Sahne. Zaman: Belki 2005, belki asla. Başlık: Yok.
Bakalım: Açıklayabilir miyiz?
Libido, Freud namlı, dogma engizitörünün dediği gibi, hep yapıcı bir şey değildir. Enerjidir. Enerji yapabilir de, yıkabilir de...
Şiddet, libidonun durumlarından biridir. Savaş, düşüncenin durumlarından biridir. Dans, bedenin durumlarından biridir. Gelecek, Evren’in durumlarından biridir.
Tüm bunların bireşimi veya bozunumu olabilir. ayırtsızlığı da... Bireşim yıkımla gelebilir, magmanın cürufu temizlemesi gibi... Çeliğe su vermenin onu onu kırılmaz kılması gibi...
Şiddeti, dansa bireşimleyerek geleceğe bir sıçrama denenebilir, henüz tasarlanmamış bir yol olarak... Bu metinde sözü geçen tüm sanatçıların bilinçsizce eylediği budur. Sanatçı genelde düşünmez. Eleştirmen-ekinbilimci düşünür ve anlamdırır.
Genellemeler
İçedönüklük (-) - Dışadönüklük (+)
Butoh -
Anime 0
Miike +
Soyutlama (-/+)
Butoh +
Anime 0
Miike -
Gerçekçilik
Butoh -
Anime 0
Miike +
Şiddet
Butoh 0
Anime +
Miike ++
Cinsellik
Butoh 0
Anime +
Miike +
Gelecekçilik
Butoh -
Anime +
Miike 0
Öncülük (kendi yerzamanında)
Butoh +
Anime +
Miike +
Çıkış
11 Eylül 2001’den sonra, yepyeni bir döneme girdik. Bunun, bir rönesans değil de, daha çok yeni bir Orta Çağ ve/ya Fetret Devri olduğu şimdiden belli oldu. Çin’de ‘Savaşan Evler’, Japonya’da Shogun dönemleri vardı. Artık herkes herkese kılıç çekiyor. Samuraylar, artık yalnızca birer Ronin ve/ya Yojimbo.
(Geçmişte, Orta Çağ Avrupa’sında 1500’ler ertesinde Bosch, Bruegel ve Dürer vardı.. karşılaştırma başka bir metnin konusu olur. Pas.)
Yeni bir denge zamanına dek...
Dipnot: Sanat eserleri ile tarihçe arasında karşılıklı ilinti olduğu kanısında olan toplumcu gerçekçi marksist estetikçilere katılıyorum. Eylediğim, onların düşüncelerine yeni yerzamanlarda artıdeğerler katmaktır.
E tabii, kırıp dökerek... Devletten mutasarrıf maaşı alan kapı kulu ulema, omo beyazı kuvvet, yalaka gazeteci entelejensiya değilim... Köksüz, mülksüz, fütürolog, savaşçı bir yeni entellektüelim...
(Ekim 2003)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder