Brecht’in tiyatro için kullandığı bir sav vardır: Yabancılaşmaya karşı yabancılaşma.
Oysa, yaşadığı dönemde, Hitler’den ve Nazizm’den kaçan biri olarak, aslında ima ettiği şudur: Faşizme karşı faşizm.
Bunun böyle olduğu, kendisinin de epeyi faşizan ruhlu olduğu, özellikle kadınlara karşı, ‘Brecht’in Lao Tzu’su kitabında açımlanır.
Faşizmin ve yabancılaşmanın, kapitalizme özgü ve onun zorunlu olarak ortaya çıkardığı durumlar olduğu genellemesine katılmıyorum. Fazla kolay, fazla doğrudan, fazla düz mantıklı bir önerme.
Tarih, kültür ve yaşam dolaylı, küsurlu davranır genelde. Kadınlara karşı oldukça faşizan biri olan Fassbinder’in sentimental faşizmi çok iyi açımlamasında olduğu üzere. Onun da saptadığı üzere, faşizm mikro ve gündelik bir şeydir. Hannah Arendt, ‘Kötülüğün Sıradanlığı’ kitabında, Yahudiler’i Naziler’e satan Yahudiler durumunun anlaşılmazlığına değinir ama bu gayet açıkseçik anlaşılır bir şeydir: İnsan insanın kurdudur, ancak sentimental faşizmde olduğu gibi dolaylı olgulaşır. (Neden doğrudan olmadığının yanıtı, insandaki küçük iyi değildir, belki bu kadar kötülüğe doğrudan cesaret edemeyip, kılıf aradıklarıdır.)
Faşizm ABD sayesinde, 2. Dünya Savaşı ertesindeki Soğuk Savaş döneminde yeni tanımlar kazandı. Böylelikle kavram İtalyan Faşizmi’nin oldukça dışlarına taştı. Özellikle 1970’lerdeki Latin Amerika faşizmi, Alman Nazizmi’ne taş çıkarttı, 1 milyar kişinin yaşamını kararttı.
Tuhaftır ama aynı dönemde 2. Sanayileşme süreci de başlamıştı ve onun sonucu olan bilgi toplumu faşizmini toplumbilimciler, ancak 1990’larda tanımlayabildi.
Yanısıra, feodal ve proto-feodal faşizmler de gözlendi. Bunun nedeni, 1980’lerde ivmelenen kentleşmenin bu kültürel modları (yeniden) iktidarlı kılmasıydı.
Bunlara şimdilik sonuncu olarak, gelecekbilim faşizmi eklendi. Finansal sektördeki ‘forward’ işlemler, geleceği de ipoteklemenin ekonomik aracı durumuna getirildi.
Herkes çocuk yaptığına göre, aslında herkes geleceği belirlemek ister, demektir. Ancak, gelecek belirleme edimi, belirli bir deterministik düzeyi aştı mı, kendiliğinden faşistleşir.
Bunlara dinin yeniden kültürel yükselişi ile engizisyon olarak tanıladığımız dinsel faşizm de dahil.
Böylece bugün ‘faşizmlere karşı faşizmler’ olarak, japon kale maç gibi bir durum mevcut.
Bu koşullarda neo-entellektüel, eğer kendini tarihe kurban ederse, ‘elinde hıyarı olana tuzlukla koşan avanak’ durumuna düşer. Çünkü şu anda tarihin en büyük entellektüel avlarından birini yaşıyoruz. Tüm faşizmler bu konuda işbirliği içinde.
Bu durumda, entellektüele tek bir seçenek kalıyor: Kentte kültürel gerillalık ve faşizmlere karşı faşizm davranışı. Bu bir savaş ve sağ kalanı çok az olacak, çünkü olay kilitlendi. Uzlaşma gibi bir olanak kalmadı.
Bu yazdıklarımın bilincine varabilmem için, epeyi kez öldürülmem gerekti. Kedilerden beter biçimde, çok canlı olduğumdan dolayı, bir sefil fare yaşamı sürerek, onursuzca da olsa sağ kalarak, savaşı sürdürüyorum.
Sonuç?:
Duvar var ve karşımızda. Eksodus da var, olanak olarak tabii ki.
Ya tarih mezbahasının koyunu olacağız, ya da yarının boşluğunu ‘ma’sını) yaratanlardan biri.
Bence ‘B’ şıkkı.
(18 Temmuz 2011)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder