Şeyselleşme (reification) çok kritik bir terimdir. Bıçak sırtında durur. Yanlış anlamaya oldukça açıktır. Çoğul okumalara açıktır. Kimse de, kendi aşırı yorumunun en geçerli olduğunu kanıtlayamaz. Tam da, post-modernlerin sevdiği türden bir muğlaklıktır bu.
Ancak, durun. Bir olaylar dizisi ortaya çıkıyor. Ortaya yepyeni bir kavram çıkartıyor:
‘Post-reification.’
Şeyselleşmenin, ‘nesneleşme’ ve ‘nesnelleşme’de olduğu gibi, nüanssal ayrımlara sahip birden çok anlamı var. Ancak, günümüz kullanımında marksist estetikçilerin burjuvazinin proleteryanın sırtına yüklediği bir yabancılaşma yükü olarak tanımlanmış.
Zaten sorun burada başlıyor:
Sevgili proleteryamız, ‘kitsch’ / banal / bayağı / popüler kültür ürünlerini, yalnızca burjuvazi kendisini sömürsün diye tüketmiyor. Düşünün ki bir zamanların TRT’sinde bu bayağı ürünlerden olan arabesk şarkıların çalınması yasaktı. Yani, elitler avamlara avamlık hakkı tanımıyordu.
Buna benzer bir durum da Almanya’da ortaya çıkmış:
“Berlin Bienali daha başlamadan sansasyona neden oldu. Nisan ayında yedincisi düzenlenecek Berlin Bienali’ne davet edilen Çek sanatçı Martin Zet’in projesi şimdiden merak uyandırıyor ve eleştirilere yol açıyor.
Martin Zet, Almanya’nın en çok satan tartışmalı ‘Almanya kendini yok ediyor’ adlı kitabın okuyucularına, kitaplarını başkent Berlin ve Almanya’nın başka kentlerinde belirlenen ‘toplama noktaları’na teslim etme çağrısında bulundu. Bienal başladığında toplanan kitaplardan bir enstalasyon oluşturacak olan Zet, Bienal bittikten sonra da bu kitapların geri dönüşümünü sağlayacak. Zet, Almanya merkez bankası eski yönetim kurulu üyesi Thilo Sarazzin’in yazdığı Müslüman karşıtı kitaptan en az 60 bin adet toplanmasını bekliyor.”
Pek sayın sanatçımız, bu kitapları geri dönüştürecekmiş. Yani, yakmanın daha kibarcası.
‘Reification’un bir anlamı daha var ki çok önemli:
‘Somutlama’ anlamına da geliyor. Böylelikle, soyutlamanın karşısavı oluyor.
Zaten sorunsal da tam da bu noktada:
Proleteryanın da, burjuvazinin de düşüncesel soyutlama kabiliyeti sıfırdır, hatta eksidir. Entellektüellerinin çoğununki bile öyledir.
Açmazın ‘somut x soyut düşünce’ karşıtlığında yattığını, marksist estetikçiler 100 yıldır açımlayamadılar, çünkü buna intikal edemediler.
Açımlayalım:
Soyut düşünce olmadan ya da ileri derecede soyutlama yetisi olmadan, 5.000 yıllık ‘dünya sistemi tarih’in haritasını 5-6 boyutlu olarak zihninizde toparlayamazsınız. Üstüne bir de dikmeler / çıkmalar alıp, tarihsel artı-değer vektörlerinin genel alan dağılımını da göremezsiniz. Bu paragrafı okuduğunda, çoğu okurun olacağı gibi, ‘hö?’ olursunuz.
Kulağı tersten göstererek de olsa, haberdeki kişi doğru savı dile getirmiş oluyor: Almanya kendini gerçekten yok ediyor. Çünkü multi-kulti toplama kampında bile bitirilemedi. Çünkü Türkler kolay kolay asimile olmazlar. Çünkü Türkler asimile olsalar bile, yasaklanmadıkça, hatta yasaklandıktan sonra bile, cumhurbaşkanlığı sarayı önünde mangal yaparlar. Hatta, bununla da yetinmezler, ülkelerindeki cumhuriyeti tarihe gömerler.
Tabii şunu da anımsamak gerek: Ta Hunlar zamanında, zaten Germen kabilelerin kanı karıştırılmıştı. Yoksa, siyah saçlı Germen nasıl olacak ki?
Şimdi, kim bunun neresine nasıl neden ne zaman hangi hakla müdahale edecek?
Karıştırılmasın:
Anti-hümanist benim, hümanist olan bunu alkışlayan veya yuhalayan kesimlerin ikisi de. Yani, çifte değilleme var: Hümanizm her durumda geçersiz. Üçüncünün olurluğunu da ben söylüyorum, her 2 birbirine karşıt hümanist kesim değil.
Tabii, bunu yine bir eleştirmen aşırı yorumla ortaya koyuyor, sanatçının kendisi değil.
(18 Ocak 2012)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder