Türkler’in bedenlerini cinsel obje olma dışında, bir varlık olarak algılamaları çok zor. Bunun böyleliği, bedenin bir dil olarak kullanıldığı dansta çok açıkseçik olarak ortaya çıkıyor. Gençkız dansçılar, dansçı camiasında çoğunluk durumundalar. Eh, seçmelerden geçtikleri için de, güzellikte ilk % 5’in içindeler. Böyle olunca, 20-40 yaş arasındaki bir kadın dansçı, yaşamını Kamasutra’ya şerh yazmakla geçirebiliyor. Erkeklerin bir bölümü çok çiftleşmekten eşcinsel oluyor. Kadınların bir bölümü, eşcinsel ya da frijit oluyor.
Tüm bunlara hezeyanın had safhada dozunu ekleyin. Ortaya tam Fassbinder fonu çıkıyor.
Oysa dans, bedeni bir cinsel obje olmayarak ele alır. Dans, bedeni spor gibi kineziyolojik olarak ele alır ama rekor kırma beklentisi yoktur, daha optimizasyon ve ergonomi sözkonusudur.
Dans bedeni plastik olarak ele alır. Duygu dışarıda bırakılırsa, durum tam da budur. Durgu, hak ettiğinin çok azı bir oranda kullanılsa da, bedenin devinimi tümüyle plastiktir.
İnsan bedeni motor dili kullanır. Motor dil, potansiyelinin henüz %o 1’ini kullanmış durumda. Duygular ve motor dansın zihinsel yönüdür.
Bunların hepsi, aynı zamanda kültüreldir. Örneğin giysiler kültürel şifreler taşır. Devinimler değişik giysilerin içinde, değişik mesajlar kazanabiir.
(2-3 Nisan 2007)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder